Umut Üzer, İstanbul Teknik Üniversitesi
Bilge Strateji Dergisi, 2013
Özet: Uluslararası ilişkiler teorileri arasında etkili bir yere sahip realizmin en önemli kavramlarından biri olan güç dengesi (balance of power) politikası, büyük güçlere karşı ittifaklar kurulmasını veya yükselen devletlerin hegemon güce karşı dengeleme politikasını devreye sokmasını öngörmektedir. Ancak Amerika Birleşik Devletleri’nin tek kutup olarak ortaya çıktığı 1989-1991’den günümüze kadar diğer güçlü devletler tarafından böyle bir dengeleme politikası uygulanmamış olması, diğer bir deyişle, Amerikan liderliğine karşı başka rakip büyük güçlerin ortaya çıkmaması, bu teorinin beklentilerinin aksine bir durum olarak görülebilir. Bu durumu, Amerika’nın güç unsurlarının büyük kapasitesi ile politikalarını değişik bölgelere göre şekillendirme becerisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Şöyle ki, Avrupa’da, özellikle Balkanlar’da, ABD yatıştırıcı ve sorun çözücü politikalar izlemiş, Orta Doğu’daki siyasi kararlarının ise, böyle planlamamış olsa da, düzen bozucu ve istikrarsızlaştırıcı sonuçları olmuştur. Bu makale son yirmi senedir devam etmekte olan Amerikan hegemonyasını teorik ve ampirik olarak kritik bir gözle analiz edecek ve teorinin beklentilerinin neden gerçekleşmediğini ortaya koymaya çalışacaktır.
GİRİŞ
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması ile birlikte iki kutuplu uluslararası sistemden tek kutuplu bir sisteme geçildiği konusunda yorumcular arasında fikir birliği vardır. Ancak asıl tartışma, bu tek kutupluluk durumunun1 uzun süreli mi olacağı, yoksa kısa sürede sona mı ereceği konusunda yaşanmaktadır. Tek kutupluluğun kısa süreli olacağını ifade edenler, ekonomik açıdan hâlihazırda çok kutuplu bir dünyaya geçildiğini vurgulamakta, askeri ve siyasi alanlarda da Amerikan hegemonyasının yakın tarihlerde sarsılacağını iddia etmektedirler. Amerikan tek kutupluluğunun uzun soluklu olacağını düşünen uzmanlar ise, Amerika Birleşik Devletleri’nin askeri, siyasi ve ekonomik güç unsurları bakımından dünya tarihinde eşi görülmemiş bir üstünlüğe sahip olduğunu ifade ederek, kısa ve orta vadede Amerika’nın gücünü sarsabilecek adayların ortaya çıkmasının pek olası olmadığını vurgulamaktadırlar. Bu makalenin amacı, 1991 sonrası tüm dünyaya yayılan Amerikan hegemonyasını teorik ve ampirik olarak ayrıntılı bir analize tabi tutmak ve uluslararası ilişkiler teorisindeki tek kutupluluk tartışmasını bütün yönleriyle ortaya koymaktır.
1. TEK KUTUPLULUK: AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ VE DÜNYA HEGEMONYASI
Yirminci yüzyılın başlarında dünyadaki en güçlü devletlerden biri olan ABD, bir süre dünya siyasetinde aktif olmaktan kaçınmış, ancak 2. Dünya Savaşı sonunda Sovyetler Birliği ile birlikte iki süper güçten biri olarak çift kutuplu dünya düzeni içinde yer almıştır. 1991 sonrasında ise, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu dünyadaki tek süper güç olarak uluslararası sistemi düzenlemeye çalışmaktadır. ABD söz konusu olduğunda öncelikle vurgulanması gereken unsur, kuruluşundan beri bu devletin izlediği dış siyasetin yayılmacı unsurlar taşıdığıdır. Aslında Soğuk Savaş döneminin her iki süper gücünün tarihlerine bakıldığında, ikisinin de “yayılmacı devletler” oldukları görülecektir. Geçmişte topraklarını genişletmiş ve etki alanları oluşturmuş bu iki devletin, yayılmasının küresel boyutlara ulaşması sonrasında, aralarında ihtilaf çıkması da beklenmekteydi.2 1945 yılından itibaren uluslararası siyaset “iki kıta-devlet” tarafından hükümranlık altına alınmıştır. Burada ilginç olan nokta, Avrupalıların asıl korkularının Amerikan emperyalizmi değil, Amerikan izolasyonu olduğudur.3 Sonuç olarak, iki süper güç, hemen hemen her kıta ve her okyanusta askeri ve siyasi olarak mevcudiyet sergiler hale gelmişlerdir.
…